Açe :Uzakdoğu’da Unutulmuş Bir Tarih

Açe, Sumatra Adası‘nın en kuzeyinde yer alan özerk bir hükümet. Birçok yeraltı ve yerüstü kaynakları ve bulunduğu coğrafi konum itibariyle Hint Denizi ticaret yolu için önemli bir bölge. Zaten sırf bu yüzden 15. asırda başlamak üzere asırlarca süren sömürgeci kavgalarına sahne olmuş.

Müslümanlar da İslam’ın ilk çağlarından beri Çin ticaret yolu üzerinde bulunan Sumatra ve Borneo gibi adalara uğramışlar ve buralarda bir vesileyle İslam’ı tebliğ etmişler. Hatta bazıları bu adalara yerleşmişler ve oralarda devam ettirmişler hayatlarını. Fakat şu tarihi bir hakikat ki, onların maksadı sömürü değil; gaza idi. Oralara İslam’ın merhamet ve fazilet sancağını götürmek derdindeydiler.

Açe, tabir caizse, Osmanlılar için de Uzakdoğu’daki askerî ve ticari bir üs, daha doğrusu odak noktasıydı. Bir zamanlar dünyanın neredeyse 1/3’ünü elinde bulunduran Osmanlılar, kıta kıta yayılırken bu gibi stratejik noktalara daha da ehemmiyet vermişti. Zira bu noktalar, takip edilecek siyasetin merkezi, bir nevi pilot bölgesiydi. İşte bu yüzden Osmanlı, İslam’la müşerref olan bu ada devletini ihmal etmemiş ve Kanuni döneminde Kaptan-ı Derya Sinan Paşa emrindeki donanmayı Açe taraflarına göndererek Açe emirinin himayeleri altında olduğunu göstermiş, sıkı münasebetler ta 20. asrın başlarına dek devam etmiştir.

Açe’ye Yolculuk

açeAçe’nin başkenti Banda Açe; Farsça ve Hintçe karışımı ‘güzel liman’ manasına geliyor. Aceh kelimesi halk arasında bir kısaltma şeklinde biliniyor. “a” Arapları, “ç” Çinlileri, “e” Avrupalıları, “h” ise Hintleri temsil ediyor. Atjeh ise bir başka yazılış şeklidir ve sırası ile Arap, Türk, Japon, Avrupalı ve Hint gibi Açe’nin milletlerarası bir yer olduğunun işaretidir.

Açe, Sumetra Adası’nın kuzey ucunda bulunuyor. Zihinlerde 26 Aralık 2004’te 8,7 şiddetinde tsunamide 200 bin kişinin hayatını kaybetmesiyle yer almıştı. Ve halkının % 98’inin Müslüman olmasıyla dikkatleri üzerine çekti. Tarihi derinliği araştırılınca, kökleri Osmanlılar’a dayanan bir mazi aralandı.

Tarihi benzerlikleri görmek adına Açe’ye gittiğimizde gördük ki yıllar önce dalgaların altında boğulan Açe, son haliyle şaşırtıyor, yaralarını sarmış gibi duruyor.

Bande Açe: Tsunamiden Yıllar Sonra

“O kadar güçlü dalgaydı ki tonlarca ağırlıktaki bu gemiyi ‘eliyle Jenaretör Gemisi’ni gösteriyor’ sahilden 5 km içeriye taşıdı.” Yıllar geçmesine rağmen İbrahim Kosmas’ın anlatırken ifadesi, ağlamaktan yeni sükûnete eren bir çocuğun halinden farksız. “Birinci dalga 10 metre yüksekliğe çıkmıştı. 1786’da Simeulue Adası’ndan tecrübesi olanlar hemen içerilere doğru koştular. Tecrübesizler ise su çekilince açıkta kalan balıklara koştu. Yaklaşık 10 dakika sonra, 20 metrelik ikinci devasa dalga geldi. Gelen üçüncü dalgadan sonra yavaşlama başladı. Her şey yarım saat içinde olup bittiğinde, dalgalar balık için denize koşanlarla beraber binlerce kişiyi aldı.”

Tsunamide zarar gördüğü için Jenaretör Gemisi’ne güvenlikçi olarak alınan İbrahim Kosmas’la, müze haline getirilen bu gemiyi görecek şekilde sundurmanın altında oturuyorduk. Baktığımızda hem Malezya’dan, Endonezya’dan gelen ziyaretçileri hem de demir yığını halinde karaya oturan müzeyi görebiliyoruz. Kapıdan girdikten sonra, tsunamide hasar görmüş ve tamir edilmemiş evlere uzun uzun baktıktan sonra ziyaretçiler, birinci giriş kapısından içeriye giriyor.

Tsunamide 26 yaşında olduğunu söyleyen İbrahim Kosmas, üzerinden yıllar geçmesine rağmen dalgaların ağırlığını üzerinden atamamış. Banda Açe sokaklarında ise tsunamiden en küçük bir iz bile bırakılmamış. Şehir tenha, temiz, düzenli ve kendi halinde neşeli insanlarla dolmuş durumda. Ancak başkentin 3 ayrı noktasında karaya oturan gemiler son halleri ile çevrelenip ziyaretçiler için hazırlanmış. Farklı ülkelerden gelen yardımlarla tamir edilen evlerin çatıları mavi renge boyanmış. Her mahallede yüksekçe bir yere çıkıp baktığınızda tahrip olan, sonradan tamir edilen, çatısı mavi boyalı evlerden onlarcasını görebiliyorsunuz.

İbretlerin Müze Olmuş Hali

Şehir meydanında açılan Banda Açe Tsunami Müzesi, üst katlarına kadar acı hadiseye ait fazlaca detayla dolu. Daha müzeye girişte 200 metre inilerek yapılan galeri, insana güçsüzlüğünü iliklerine kadar hissettiriyor. Duvar aşağı şarıl şarıl akan, akarken deniz dalgalarına karşı oturan insan etkiler gibi etkileyen bir hava var. Yüze hafif hafif toplanan damlacıklar ve arka fondan duyulan tevhid seslerini duyan insan dış dünyasından kopuyor. Buna bir de karanlık yolda, aşağıdaki ışığa doğru yürüme de eklenince, ziyaretçilere “Ölüme ne kadar hazırım?” sorusunu sorduruyor.

Giriş antreden hemen sonra karanlık ve sulu yolun aksine, aydınlığı gökyüzüne kadar devam eden ikinci bir oda yapılmış. Bu odanın her bir karesi tsunamide vefat edenlerin isimleri ile doldurulmuş. Binanın birinci katından ayrı olarak tasarlanarak çatısına kadar devam eden huni içerisine binlerce isim sığdırılmış. Yukarıya, ışığa doğru baktığınızda gökyüzüne denk gelecek yere konulan Allah lafzı tsunami ile mahv ü perişan olmuş, münhezim olmuş insanların sahibine ulaşarak muvaffak olduklarını anımsatıyor. Müze tam anlamıyla takdire mazhar olmuş, tsunamiyi ifade eden bir tablo sunuyor.

İlk açıldığı yıllarda Açeliler burasını gezerken sürekli ağlarlarmış. Gezdiğimiz sırada, slayt gösterisine girenlerin yarısına yakının yıllar sonra ağlamasına şahit olmak, bizi de derinden duygulandırıyor.

Sokaklara Yansıyan Türk Dostlukları ve Açe Evleri

Geleneksel Açe EvleriEsnaftan ve halktan tanıştığımız insanların çoğu Türkiye’den olduğumuzu tahmin ediyor. Portekiz ve Hollandalılardan da adada kalanlar olsa bile onlarla karıştırılmıyoruz. Tarihi bağlılığı Açeliler bizden daha derin hissediyorlar. Ve tabi kendilerine zulmedenleri de unutmamışlar. Zaten iyilik pek az vakitte pek kolaylıkla olur; fenalık pek çok vakte, pek çok külfete muhtaç olduğu için derin izler bırakır. Sömürge ülkelerinin fenalık yapma hırsları uzun zaman sürdüğü için unutulması mümkün gözükmüyor. Avrupadan 1 milyon kilometre kat ederek gelenler Açe’de yüzyıllarca savaşın ve acının ismi olmuşlar. Tsunamiden daha çok konuşulmaya devam edecek gibiler.

Buradan sonra doğal koruma altına alınan Açe evlerinin olduğu mahalleye geçiyoruz. Bize mahalleyi gezdiren Müzekki Bey, Açe evleri için “İnsanoğlunun tabiata en zarif dokunuşu.” diyor. Gerçekten de öyle ve Açeliler bu güzellikleri görmek için akın akın geliyorlar. Evleri oda oda dolaşıyor ve her odada Açe’nin kültür ve tarihine ait detaylar içlerine sindiriyorlar. Sanattaki detaylar bura halkının yüzyıllardır ince ruhlu sanattan anlayan kişiler olduğunu gösteriyor. Hele bölgeye İslamiyeti getiren Siyah (Şah) Kuala’ya atfedilen mezar taşını gördüğümüzde, üzerindeki mermer işleme motiflerinin Bursa Ulu Camii’deki motiflerden aşağı kalır yanı olmadığını görüyoruz.

Beytürrahman Camii’ndeki Hutbe

Beytürrahman CamiiCuma namazını kılmak üzere Banda Açe’deki harikulade medreseden Beytürrahman Camii’ne doğru yol almıştık. Cuma namazı saati yaklaşmış, ezan okunmuş ve sıra hutbeye gelmişti. İmam hutbeyi Endonezya dilinde okuyacağı için biz de fazla bir şey anlamayız herhalde, diye düşünmüştük. Hiçbir şey anlamıyorduk, ta ki İkinci Selim Han ile alakalı bir şey geçinceye kadar. Bu, dikkatimizi çekmişti. Namaz sonrası rehberimiz durumu şöyle izah etti: “Bugün hala Açe şehrinde İkinci Selim’in kendilerine gönderdikleri ferman Cuma hutbelerinde okunuyor. dedi. Bu hadisenin başlangıcı Açe’lilerin vakti zamanında İstanbul’u ziyareti ile başlıyor.

Balık ve Pirinç Şehri

Açe’nin yemek kültürü pirinç, palm yağı, soya ve balık üzerine kurulu. Evlerde çoğunlukla mutfak iptidai şartlarda dizayn edilmiş. Türk mutfağındaki kiler ve son yıllarda artarak devam eden yaz lezzetlerini kışa aktarma adetlerini görmeniz mümkün değil. Açe’de bizdeki gibi çiftçiyi tarlasından, balıkçıyı denizinden alı koyan sert kışlarının olmaması mutfaklarının günü birlik olmasında etkili olmuştur.

Değerli bitkilerden oluşan botanik bahçesini özenle dizayn eden ziraat mühendislerinden daha başarılı çiftçiler gördük, ama tarlarına girip zaman geçirme fırsatımız olmadı. Ancak balık pazarında birkaç saat geçirebildik. Güneş doğduktan hemen sonra yola çıktık. Pazara doğru yaklaşırken iki tarafımız modern balık çiftlikleri ile sarıldı. Deniz seviyesine yakın olduğu için yol boyu güzel çiftlikler kurulmuştu. Vardığımızda balıkçılar teknelerini kıyıya çekmişler, sepetlerini alan çoğu kadın satıcılar ise taze deniz mahsulleri dolu pazarı tek tek dolaşıyordu. Balığını alan hemen yan tarafta inşa edilmiş temizleme mahallerine gidip temizliyordu.

Motosikletinin iki tarafındaki sepete doldurduğu balıklarla şehrin yolunu tutan insanların arkasından biz de yolumuza koyulduk. Kaba kuşluk vakti yaklaşmıştı ve hayli acıkmıştık. Sabah kahvaltısında nasigurih yemenin hayalini kuruyorduk. Çünkü muz yaprağına sarılı, Hindistan cevizi suyundan yapılmış pilav-nasuguri, buranın hem sabah kahvaltısı hem de akşam yemeği idi. Et, yumurta ve farklı soslarla kızartılarak yapılan nasugurenk pirinç yemeği ise çoğunlukla öğle ve akşamları yeniliyordu. Kızartma da olsa Hindistan cevizi suyuyla da yapılsa pirinç ve balık, et ve ekmeğin yerini aratmıyordu.

Açe ‘den İlginç Notlar

  1. Bölgeye İslamiyet ilk defa 12. yüzyılda “Şah Kuala” isimli kişi ile geldiği için ismi Açe’nin en bilindik üniversitesine verilmiş.
  2. İslam Tarihi boyunca Açe’de yazı dili Malayca olup Kur’ân harfleriyle yazılır. Şimdi binlerce kitap bu şekilde Açe’deki kütüphanelerde mevcuttur.
  3. İbni Battuta, Marco Polo ve Kâtip Çelebi eserlerinde bölgede kurulan devletleri ve kültürü anlatırlar. Kâtip Çelebi onların cenkçi bir millet olduğunu, savaş alet ve edevatı yapmayı Osmanlı’dan öğrendiğini anlatır.
  4. Açe ve civarı dünyanın en büyük doğal gaz çıkarılan havzasıdır.
  5. Adaya ilk işgal saldırısı 11 Eylül 1599’da Hollandalılar tarafından yapılır. Bu saldırılar ara ara 1903’e kadar devam eder. 300 yıldan fazla hiç bıkmadan saldıran Hollandalılar 1873’te gözlerini karartırlar ve Açeliler’e 5 maddelik ültimatom verirler. Bunlardan 2’si açeliler tarafından kabul edilmez: İstanbul’da halife ile münasebet kesilecek, bayraktan hilal sembolü çıkartılacak. Çetin savaş 1903’e kadar sürer. Nihayetinde uzun vakit ve çok külfete muhtaç “kötülük yapmak” galip gelir.

Açe’de Osmanlı İzleri

Açe Sultanı Alaeddin Riayet Şah, 1565 yılında Portekiz’e karşı Osmanlı’dan yardım almak amacıyla İstanbul’a heyet göndermiş. Ancak heyet İstanbul’a ulaştığında Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar seferindeydi. Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı üzere İkinci Selim’e biat ettiler. Daha sonrasında Osmanlı Devleti ile savunma anlaşması imzalandı. Anlaşma ile birlikte Osmanlı Devleti bölgeye birçok asker, top, tüfek, imalat ustaları ve nice âlimler göndermişti. Seneler sonra da İkinci Abdülhamid Han da ehlisünnetin yayılması için sandıklar dolusu kitap göndermiş. Açe ise Kırım Savaşı’nda bir hayli maddi yardım göndererek, Osmanlı Devletine katkıda bulunmuş ve böylece İstanbul’a olan bağlılığını oraya koymuştur. Bunlara ek olarak Açe sultanları da Osmanlı halifesinin gönderdiği nişanları gururla taşımışlar.

Bitai Köyü’nde Osmanlı Mezarlığı

Açe Selahaddin mezarlığı Banda Açe tarih boyunca Açe sultanlıklarına ev sahipliği yapan bir şehir olmuştur. Bu şehir aynı zamanda İslamiyet’in bölgeye yayılmaya başlamasıyla birlikte Arap, Acem, Osmanlı ve Hint topraklarından gelen âlim ve askerlere de ev sahipliği yapmakla müşerref olmuştur. Osmanlıdan gelen âlim ve askerler ise hayatını Bitai Köyü’nde sürdürmüşlerdir. Eski ismi Beytül Makdis olan Bitai Köyü’ne yaklaştığımız vakit evlerin kapılarının üzerine sabitlenmiş Türkiye bayraklarını gördüğümüz vakit bir hayli şaşırmıştık. Köye gelmeden önce de köy hakkında birtakım araştırmalar yapmıştık. Yaptığımız araştırmalarda şu bilgi aklımızın bir ucunda kalmıştı.

Açe Osmanlı ŞehitliğiAçe’deki Selahaddin mezarlığı, Osmanlı askerlerinin kabirlerinin bulunduğu bir mezarlıktır. Bekçiliğini babası Osmanlı soyundan gelen Azime Abdülaziz’in yaptığını ve bu mezarlığı kuşaklar boyunca “Abdülaziz “ ailesinin korumakla mükellef olduğunu, şimdi ise mezarlığı koruma sırasının Hacı Abdülaziz’in kızı Azime Abdülaziz Hanım’da olduğunu öğrenmiştik.

Açe Osmanlı ŞehitliğiMezarlığa bir hayli yaklaşmıştık. Uzaktan bir kadın belirmişti. Arabadan iner inmez Azime Hanım bizi çok güzel bir şekilde karşılamıştı. Ve gelir gelmez bir tropikal meyve ikramında bulundu. Kendi ile alakalı olarak tsunami sırasında köydeki birçok çocuğun dalgaların etkisiyle duvardan duvara çarpıldığını, kendisinin de salavatlar getirerek 2 katlı bir evin başında tutunarak hayatta kaldığını anlattı. Geri dönerken ziyaretçi defterine baktığımızda mezarlığı en çok ziyarete gelenlerin medreselerden gelenler olduğu dikkatimizi çekti.

Bizden haberdar olmak için web sitemizdeki blog bölümünü, youtube kanalımızı ve sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirsiniz.