0
No products in the cart.

Renkli ve Bereketli Bangladeş

Yılın ilk muson yağmurundan bir hafta önceydi. Havaalanından çıkışta gözlüğü olanlar çıkartıyorlardı. Elbette yeni geldikleri bu ülkede görmek istemedikleri bir manzara ile karşılaştıkları için değil, nemden gözlük camları buğulandığı için bunu yapıyorlardı. Şehre girişte yollar hayli kalabalık, korna sesi ürkütücü boyutta, hayal edebileceğinizden daha çok çekçek (insan taşımada kullanılan bisiklet) vardı.

Başkent Dakka’daki yolların ve şehrin genel manzarası turistleri çekecek kıvamda değil. 7:30’da güneş şehrin üzerinde yükselirken, kadınların süpürdüğü tozlardan kalkan dumanın rengi farklı tonlarda şehre doğru yayılıyordu. Kapısında en az iki güvenliği olan ve ihtişamlı bahçesiyle dikkatleri çeken evlerin yanında, yüzlerce insanın çıktığı apartmanların aynı caddede olması, yeni gelen bir çift göz için hayli düşündürücüydü.

Uyandığımızda, sokakla içerisini şeffaf bir şekilde bağlayan korna sesleri artmıştı. Ne olduğunu daha tam anlayamadığımız gürültü, ilginç bir şekilde insanı kendine çekiyordu. İFA’nın (Uluslararası Kardeşlik Derneği) Bangladeş’teki beş günlük yoğun programını bilmemize rağmen fotoğraf makinesini
kapıp sokağa çıkmaktan kendimizi alıkoyamadık. Havadaki nem kokusu, kaldırımsız caddeler, tropikal meyve tezgâhları, sütlü çay satan küçük barakalar, korna sesleri arasında yürüyen kısa boylu, esmer ve güler yüzlü insanların renkli memleketi Dakka bize “hoş geldin” diyordu.

 

Eğitim Kurumları ve Yetimhaneler

İkinci gün dar sokaklardan geçerek “kavmî medrese” diye adlandırılan yerlerden birine varıyoruz. İki blok halinde yapılan kurum binasının girişinde kurum sorumlusu olduğu anlaşılan kişi karşılıyor.

Çocuklar fotoğraf çektirmeyi seviyorlar. Tek renk, siyah inci tanesi gözler gelenleri öyle inceliyorlar ki, baktığı nesnenin sırrını çözmeye çalışan antikacıdan farksızlar. Her biri nereden geldiğimizi ayrı ayrı soruyor. Turkey, Turaşka, Türki… diyoruz ama nafile. “İstanbul”, kilidi açan kelime oluyor.

10 yaşlarındaki çocuklar İstanbul kelimesini duyunca aralarında gülerek cümleler kuruyorlar. Bu medreselerde başladıktan sonra seçilerek 2 yıl İstanbul’da eğitimini tamamlayan Muhammed Hüseyin, konuşulanları özetliyor. Çocuklar belgesellerde gördükleri İstanbul’un güzelliğinden ve ışıl ışıl camilerinden konuşuyorlarmış. Dakka’ya 8 bin kilometre uzaklıktaki İstanbul’un ruhlarına dokunuşu bizi şaşırtmış olsa da İstanbul’un Müslümanlar gözündeki değeri duygulandırıyor.

Konuşulmayan Kast sistemi

“Kast” sosyal hayat içinde geçişlere izin vermeyen sistem için kullanılır. Dışarıdan gelen azınlığın geniş halk kitlesini yönetmek için kullandığı sistem idari, askeri ve ilmi konulardan onları uzak tutar. İşçiler, askerler, idareciler, din adamları babadan oğla geçen bir meslektir. Bangladeş Müslüman bir ülke olmasına rağmen yıllarca Hindistan’ın ektisinde kast sisteminin adı olmayan bir yönü ile karşı karşıya. Belki bunda bölgede söz sahipliğini bırakmak istemeyen İngiltere’nin de etkisi vardır. Aynı sokakta satılan bir bardak sütlü çayın 10 taka ve 300 taka gibi uçurum farkla satılması sistemin varlığını kanıtlamaz, denilebilir. Ancak ülkede var olan %33 okuma oranı işçinin işçi, köylünün de köylü olarak kalacağını gösteriyor.

Sonraki gün yetimhane programı için sabah 6’da çıkıyoruz yola. Yollar insan seli. Şehirde sadece bir milyona yakın nüfus tekstil fabrikalarında çalışıyor. Dünya’da Çin ve Hindistan’dan başka sadece burada göreceğiniz bir insan manzarası… Yürüyenlerin çoğu elinde sefer tası taşıyor; bazılarıysa büfe tarzı yerlerden yiyecek alıyor. İşe giden kadınların sayısı erkekler kadar var.

Yetimhaneye ulaştığımızda, Uluslararası Kardeşlik Derneği’nin (İFA) buradaki yetimler için Türkiye’den organize ettiği paketleri ve diğer yardımları görüyoruz. Dernek yetkilileri, yardımların tamamının, yetimlere nasıl ulaştırılması gerektiğini uzun uzun anlatıyorlar. Benim dikkatimi, bir gün önce gelen dernek yetkilisinin, ikram edilecek tavukların nasıl kesileceğini aşçılara anlatmış olması çekiyor. Aşçının yanına beraber gittiğimizde o, tavukları nasıl kestiğini ve temizlediğini sorarken, mutfağın Anadolu’da düğün yemeği hazırlanan yere ne kadar çok benzediğini görüyorum. Oldukça sıcak bu yerde, altı geniş, üstü dar büyük kazanlar var. Barakadan yayılan keskin baharat kokusu yemek öncesi zihnimizi harekete geçirici ve iştahımızı açıcı tarzda değil.

Çocukların bazıları gerçekten yetim, bazıları ise anne babaları olduğu halde yetim. 5-6 yaşlarındaki yetimlerin arasında gezerken “Nam ki?” diye isimlerini soruyorum. Hangi oyunları oynadıklarını “Ki kale?” şeklinde sorarak dünyalarına girmeye çalışıyorum. Ellerindeki dünyalıkları alındığı için, aşırı derecede agresifleşen Bangladeşli büyüklerine nispeten, huzurlu çocuklar var karşımızda. İnsanlık için terazinin iyi tarafını doldurmaya çalışan gönüllüler ve insanları insanlığa çağırmanın ne kadar gerekli olduğunu haykıran Güney Doğu Asya’da bir yetimhane manzarası…