Cihanın Yarısı Lahor
Uçağımız, İstanbul’dan havalanıyor ve uzun bir yolculuk bizleri bekliyor. Vakti değerlendirmek adına Lahor ve Pakistan hakkında topladığımız notları karıştırıyoruz. Notlarımızın arasında bir şey dikkatimizi çekiyor. Eskilerden bir şair “İsfahan nısf-ı cihanest.” yani “İsfahan cihanın yarısıdır.” demiş. Sonra başka bir şair buna eklemiş; “Eğer Lahor ne-bâşed…” yani “Evet, İsfahan cihanın yarısıdır ama eğer Lahor olmasaydı…” Cihanın yarısı edecek güzellikte bir şehir… Zihinlerde çok farklı şeyler canlanıyor değil mi? Maalesef kadim İslâm şehirleri için sarf edilen bu tür sözler artık çok eskilerde kaldı. O eski zamanların üzerinden nice istilalar, nice sömürgeciler ve hususiyle de acımasız zaman geçti. İslâm şehirlerinin ortak kaderi savaşlar, yoksulluk, vizyonsuz idareciler ve çarpık kentleşme… Henüz son çeyrek asırda dahi onlarca kadim İslâm şehri tanınmaz hâle geldi. Ancak her şeye rağmen dövünmenin, umutsuzluğa kapılmanın vakti değil şimdi. Zira bizim için bu selden ne kurtarsak kârdır.
Bu duygularla sabaha karşı varıyoruz Lahor’a. Kısa bir istirahatın ardından kendimizi Lahor sokaklarına atıyoruz. İlk durağımız Padişah Camii. Pakistan’ın ikinci kalabalık şehri olan Lahor’da bir yerden bir yere gitmek oldukça meşakkatli, hatta bazen imkânsız. Otomobiller, rikşalar, tuktuklar, motosikletler, at, eşek ve öküzlerin çektiği arabalar aynı cadde üzerinde hareket ediyor. Korna sesleri neredeyse hiç kesilmiyor. Anlayacağınız devasa bir curcuna… Mesafe kısa olsa da camiye varmak zaman alacak gibi. İsterseniz bu süreyi Lahor hakkında kısa bir girizgâh yaparak değerlendirelim.
Pakistan; Pencap, Sind, Kuzey Batı Sınır Eyaleti ve Belucistan olmak üzere 4 eyaletten oluşuyor. Her eyalette farklı milletlerden insanlar yaşıyor ve Pakistan genelinde Urduca konuşulmasına rağmen ayrıca her eyaletin kendi dili bulunuyor. Hindistan sınırında bulunan Lahor, Pakistan’ın en görülmeye değer şehirlerinden biri. Ülkenin ikinci kalabalık şehri ve Pencap eyaletinin yönetim merkezi, aynı zamanda da ülkenin kültür başkenti.
Tarihi binlerce yıl önceye dayanan Lahor’a Gazneliler, Delhi Türk Sultanlığı, Babürlüler ve sömürgeci İngilizler hâkim olmuş. Her gelen devlet, kendi mimarî eserlerini inşa etmiş ya da kendisinden evvel yaşayanın inşa ettiğine ilaveler yapmış. Lahor İslâmî devir eserleriyle öne çıkan bir şehirmiş. Ancak 18. asrın sonlarından 1850’lilere kadar burada hâkimiyet kuran Sihlerin yönetimi sırasında Müslümanların kültürel varlıkları giderek azalmış. Sihlerin ardında da bölgeye İngilizlerin resmen hâkim olması eserleri daha da bakımsız hâle getirmiş. Öyle ki şehrin en eski yapıları olan Gazneli devri eserleri tamamen ortadan kalkmış, günümüze daha çok Babürlü devri eserleri ulaşmış.
Uzun süren bir yolculuğun (mesafe yaklaşık 10 kilometre, süre ise 3 saat) ardından Padişah Camii’ne varıyoruz. Aracımızı park ettikten sonra genişçe bir parkın içinden geçerek camiye yaklaşıyoruz. Caminin bir köşesinde Hint mimarisiyle inşa edilmiş bir yapı dikkatimizi çekiyor. Buranın Sihler zamanında yapılmış bir tapınak olduğunu ve hâlen kullanıldığını öğreniyoruz. Bu denli yakına inşa edilmiş olması bizleri şaşırtıyor. Ancak Padişah Camii’nin yaklaşık 50 yıl süren Sih ve sonrasında gelen İngiliz yönetimi zamanında askerî üs olarak kullanıldığı düşünülünce bu durum çok normal.
İngilizlerden Geriye Kalanlar
İngilizler, dünya üzerindeki ülkelerden 22’si dışındakilerde bir şekilde varlık göstermiş, geleneklerini, hayat tarzları ve mimarî üsluplarını bu ülkelere acı bir miras olarak bırakmışlardı. Hindistan sömürgeleri ise İngilizlerin en fazla önem verdikleri ve en uzun süre kaldıkları bölgelerin başında geliyordu. Günümüzde Pakistan olarak adlandırdığımız coğrafya ve yine Hindistan’ın güneyinde kalan Bangladeş toprakları da bir zamanlar Hindistan olarak adlandırılıyordu. Her üç ülkede de yani Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te İngilizlerden izler görmek mümkün. İngilizlerin uğradığı ve uzunca bir süre kaldığı ülkelerin başlıca ortak noktaları arasında, soldan akan trafik, sütlü çay, İngilizce bilen ama kendi şivesiyle konuşan halk ve ülkeyi saran demiryolları geliyor. Pakistan’ın sütlü çay kısmı kendisinden biraz daha bahsedilmeyi hak ediyor. Normal İngiliz tarzı sütlü çayda poşet çay sıcak suyun içine bırakılıyor, çay suya rayihasını verdikten sonra çok az miktarda süt ilave ediliyor. Pakistan’da ise süt kaynatılıyor ve içine dem atılarak çay, sütle demleniyor. Ardından isteğe bağlı olarak içine tuz katılıyor. Eğer bir gün yolunuz Pakistan’a düşerse bol bol sütlü çay için. Zira o lezzeti başka bir yerde bulmanız neredeyse imkânsız. Tuza gelince, denemedik, tavsiye de etmeyiz.
İçindekiler
TogglePadişah (Bâdşâhî) Camii
Cami, 1674 yılında Babür hükümdarı Âlemgir Evrengzib tarafından inşa ettirilmiş. Fars, Orta Asya ve Hint mimarî unsurlarından numuneler barındıran bu âbidevî eser, dünyanın sayılı büyük camilerinden. Büyük deyince, üzeri devasa bir kubbe ile örtülü, yüzlerce pencereye sahip, birkaç insan boyunda kapılardan geçilerek girilen bir yapı olduğu zannedilmesin. Zira caminin büyük kısmı, avlu şeklinde. Şöyle ki; bu coğrafyada inşa edilen kadim camiler genellikle, ortasında şadırvan bulunan genişçe bir avlu ve kıble tarafında mihrap ve minber dâhil 5-10 safın üzerini örtecek şekilde birkaç kubbeden oluşuyor.
Merdivenlerden çıkıyor ve caminin süslü kapısından geçerek avluya giriyoruz. Burada bize biraz garip gelen bir durumla karşılaşıyoruz. Caminin iç avlusunda halı serili olmadığı halde ayakkabılarımızı çıkarıyoruz. Size tavsiyemiz, eğer çoraplarınızı çöpe atmak istemiyorsanız, çoraplarınızı da çıkarın. Yalın ayak vaziyette, güneşin ısıttığı taşların sıcaklığını hissederek caminin avlusunu aşıyor ve üzeri son derece süslü kubbelerle örtülü, zemini mermer döşeli kısma geçiyoruz. Genelde namazlar burada kılınıyor. Avlu, ancak kalabalık cemaat olduğunda doluyor.
Caminin bir bölümünde Pakistanlıların Teberrükat-ı Mukaddese dedikleri Mukaddes Emanetler sergileniyor. Burada Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ait sarık, Na’leyn-i Saadet (sandalet) ve Asa-i Nebevî yanı sıra Ehl-i Beyt’e ve Abdülkadir-i Geylani hazretlerine ait değerli emanetleri ziyaret ediyoruz. Görevlilerle yaptığımız uzun görüşmelerin ardından ancak telefonlarla fotoğraf çekmemize izin veriliyor. Eserlerin sergilendiği camekânın fotoğraf çekmeye elverişsiz olması, maalesef kaliteli görüntü almamızı engelliyor.

Padişah Camii’nde sergilenen Mukaddes Emanetlerden Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sarığı
Camiden ayrılıyoruz ama günü de bitirmek üzereyiz. Tarihî Lahor Kalesi, Padişah Camii’nin hemen karşısında yer alıyor ancak kapanmak üzere. Rehberimiz, “Akşam trafiğinin olduğunu, bu saatten sonra bir yere gidemeyeceğimizi söylüyor.” Yani kısaca özetlersek Lahor şartlarında bir günde birkaç eser ancak gezilebilecek gibi görünüyor.

Siyah Bayraklar Neyin Alameti
Lahor’da araçların sağında solunda siyah bezler asıldığını
gördük. Ardından aynı renk bezlerin bazı evlerin çatılarında da
dalgalandığını görünce rehberimize sorduk. Bunlar o arabanın
yahut evin sahibinin Şii olduğunu gösteriyormuş. Pakistan’da
azımsanamayacak kadar Şii bulunuyormuş. Hatta İran’dan sonra
en kalabalık Şii nüfusu Pakistan’daymış.
Lahor Kalesi

Tarihi Gaznelilere dek uzanan Lahor Kalesi’nin tarihî kapısı
İkinci gün listemizin başında Lahor Kalesi yer alıyor. Lahor’un en eski yapılarından biri olan kale, müze şeklinde kullanılıyor. Biletlerimizi alıp kaleye giriyoruz. Geniş bir alana sahip kalenin içinde pek çok yapı bulunuyor. Gazneli Mahmud, şehri fethettikten sonra kaleyi tahkim ederek burada Horasan’dan getirdiği Türk ve Tacik askerlerinden oluşan bir garnizon kurmuş.

Lahor Kalesi içinde bir bölüm
Zamanla harap olan kale, Babür hükümdarı Ekber Şah zamanında 1560’lı yıllarda yeniden inşa edilmiş. Yine Cihangir, Şah Cihan ve Evrengzib devirlerinde de önemli ilave ve değişiklikler yapılmış. Kale içinde Divan-ı Âm, Divan-ı Has ve Şiş Mahal bölümleriyle ufak bir mescid bulunuyor. Kale en ince ayrıntısına kadar gezilmeli. Özellikle de Şiş Mahal bölümü. Hükümdar ailesinin ikameti için yaptırılan bu bölüm, ismini duvarlarını süsleyen camlardan alıyor. Eskinin zarafetini en iyi burada görebilirsiniz. Şiş Mahal bölümünün ortasında bir havuz dikkatimizi çekiyor. Sonradan öğreniyoruz ki, geceleri ayın ve yıldızların aksi bu havuzun suyunda yansır, saray halkı gökyüzünü buradan seyredermiş.
Zamanın Sahibinin Talebesini Ziyaret

İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin talebelerinden ve çocuklarının da hocası Tahir-i Lahorî Hazretlerinin kabri
Bugün ikinci durağımız, Tahir-i Lahorî Hazretlerinin kabri. Tahir-i Lahorî (v.1630), İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hazretlerinin talebelerinden ve çocuklarının da hocası. Kaleden ayrılıyor ve şehrin kenar mahallesinde yer alan Meyan-ı Sahip kabristanına gidiyoruz. Arabamızı park edip kabristanın içine giriyoruz. Yol boyunca ufak, kırmızı güller satanlara rastlıyoruz. Sonradan anlıyoruz ki Pakistan’da kabirlerin üzerine gül koymak âdet. Güller kilo ile satıldığı gibi, ipe dizilmiş şekilde de satılıyor.
Ve türbeye varıyoruz. Türbenin yanında ufak bir mescid bulunuyor. Namaz kılanlar, dua edenler, Kur’ân-ı Kerîm okuyanlar… Türbe oldukça hareketli. Orada bulunan cemaat, bizim nereden geldiğimizi merak ediyor. Türk olduğumuzu öğrendiklerinde yanımıza geliyorlar, bizimle muhabbet etmek istiyorlar. Mescidin bir köşesine geçiyor ve rehberimizin tercümanlığında Osmanlı yönetimi ve Sultan İkinci Abdülhamid Han hakkında sohbet ediyor, açıkçası eski güzel günleri
yâd ediyoruz. Bu arada sizlere de bol bol selamları var. Böylece ikinci günü de burada bitiriyoruz.
Karşılıksız Sevgi
Pakistan halkı, Türkleri çok seviyor. Bunda tarihî bağların
yanı sıra Osmanlı’nın da rolü büyük. Havalimanından çarşıya,
müzelerden camilere kadar, Türkiye’den geldiğinizi duyan herkes
size yol açıyor, öncelik tanıyor, selam veriyor ve selam gönderiyor.
Kapalı Yollar
Sabah erkenden Lahor yollarındayız. Ama ne yazık ki neredeyse bütün yollar kapalı. Siyasî sebeplerden dolayı eylemler var ve caddeler kapatılmış. Zor bela Lahor Müzesi’ne varıyoruz. Lahor Müzesi’nin bulunduğu bina, İngilizler tarafından Hint mimarisinde yapılmış. Hindistan-Pakistan ayrılırken eserlerin büyük çoğunluğu Hindistan’a götürülmüş. Bugün müzede sergilenen eserler, geriye kalanlar. Eserlerin büyük çoğunluğu Hint ve Sih devrine ait olsa da Gazneli ve Babürlü devirlerinden mühim eserler bulunuyor. Eski devirlerden kalma silahlar, Kur’ân-ı Kerîmler, el işi sanat eserleri, farklı devirlere ait paralar vs. müzede sergilenen eserlerden bazıları.
Etrafı Surlarla Çevrili Kadim Şehir

Vezir Han Camii’nin minaresinden caminin avlusu ve minareleri
Lahor’da muhakkak görülmesi gereken yapılardan biri de Vezir Han Camii. Cami, etrafı Babür hükümdarı Ekber Şah tarafından surlarla çevrilmiş kadim şehrin içinde yer alıyor. Şehrin on üç kapısı bulunuyor. Delhi Kapısı, Şah-ı Âlem Kapısı en meşhurları. Bu kapılardan birinden şehre giriyor ve seyyar satıcılar, baharatçılar ve kumaş dükkânları arasından coşkulu bir curcuna ve tanımsız kokular eşliğinde şehrin sokaklarını adımlıyoruz. Bir ara gözümüze bir seyyar satıcı takılıyor. Bisikletin arkasındaki büyük bir kafeste onlarca saka ve serçe tarzı ufak kuşlar bulunuyor. “Bu da ne ola acep?” diye soruyoruz. Meğer bu kuşlar azad etmek içinmiş. Yani ücreti mukabilinde, sevap kazanmak için, istediğiniz kadar kuşu özgürlüğüne kavuşturabilirsiniz.
Nihayet camiye varıyoruz. Burası da Padişah Camii ile aynı tarzda inşa edilmiş. Tabi onun kadar büyük değil ama en az onun kadar süslü. Özellikle çinileri, Babür devrinden kalma en iyi örnekler. Cami, Pencap Valisi Hâkim Şeyh İlmüddin Ensari tarafından 1640’lı yıllarda inşa ettirilmiş. Vali, Pakistan’da genel olarak Vezir Han adıyla bilindiği için cami de bu ismi almış.
Camiye girip süslemelerini, çinilerini inceliyoruz. Bu sırada minarelerden birinde Avrupalı turistlerin olduğunu görünce bizler de çıkmak ve camiyi, özellikle de şehri oradan seyretmek istiyoruz. Rehberimiz görevliyle görüşmeye gidiyor. Bir süre sonra geri geliyor. Minareye belli bir ücret karşılığında çıkılabildiğini, görevlinin 5 dakika içinde geleceğini söylüyor. Bir süre sonra görevli geliyor. Bizleri görünce Türkiye’den geldiğimizi anlıyor. Kişi adedi üzerinden hesapladığımız parayı görevliye uzatıyoruz. Almak istemiyor. Ve şu cümleleri sarf ediyor: “Biz sadece yabancılardan ücret alıyoruz. Oysa siz yabancı değilsiniz. Bizim kardeşimizsiniz.”
Minareden şehrin bütün keşmekeşliği alenen görülüyor. Bir süre şehri seyrettikten sonra aşağı iniyor ve görevliye teşekkür ederek camiden ayrılıyoruz. Bugün Lahor’da son günümüz. Lahor’da gidilecek daha çok yer var ama ne yazık ki pek çok yol kapalı. Yoğun trafik sebebiyle kısıtlı ulaşım imkânlarına bir de kapanan yollar eklenince ulaşım neredeyse durma noktasına geliyor. Göremediğimiz yerlerin hüznü ve gidip görebildiklerimizi bir kez daha görememenin burukluğu ile ayrılıyoruz Lahor’dan. Bir sonraki İslâm şehrinde görüşmek üzere…
Büyük Sürpriz

Seyyid Haydar Ali (solda) ve Tahir Beyler
Evdeki hesabın çarşıya uymadığı zamanların en bereketlisi seyahatlerdir. Siz günlerce planlar yapar, gün gün, saat saat seyahatinizi planlar ve yola çıkarsınız. Ardından planlarınız bir bir tutmamaya başlar. Ama üzülmeyin, yeni sürprizler muhakkak sizleri bekliyordur. Böyle sürprizlerden biri bizleri Pakistan’da buldu.
Daha önce tanıştığımız Sadat Bey uzun yıllar Dünya Bankası’nda çalışmış, Amerika’da yaşayan bir Pakistanlı. Pakistan’a gideceğimizi duyunca oradaki dostlarından birkaçına haber vermiş, onlarla buluşmamızı ve görüşmemizi sağlamıştı. Dostlarından Seyyid Tahir Bey’le bir akşamüzeri buluştuk ve uzunca bir süre sohbet ettik. Tahir Bey’in amcası, Osmanlı’nın son devirlerinde yaşamış. Osmanlı’nın zor günler geçirdiğini duyunca malını mülkünü satmış ve yollara düşmüş. Planı, Afganistan ve İran üzerinden Anadolu’ya ulaşmak ve her ne yolla olursa olsun Osmanlı’nın yanında yer almakmış. Ancak Afganistan’ı geçememiş. Geri dönmek zorunda kalmış.

Seyyid Haydar Ali ve Tahir Beylerin dedelerinden kalma Kadem-i Saadet
Bunları dinlerken, hani olur ya bir ihtimal diyerek amcasının hayatta olup olmadığını sorunca, amcasının vefat ettiğini ancak, amcaoğlunun yaşadığını, istersek yarın sabah kendisiyle görüşebileceğimizi söyledi. Bir sonraki gün yeniden buluşup amcasının oğlunun evine gittik. Seyyid Haydar Ali Bey, babasının yaşadıklarını anlatırken bir ara bir “Kadem-i Saadet” bahsi geçti. O an meraklı gözlerle Tahir Bey’e baktık. “İsterseniz sizi götürebilirim.” dedi. Görüşmemizi bitirdikten ve Haydar Ali Bey’le vedalaştıktan sonra yeniden düştük yollara. Lahor şehir merkezinden ayrılıp, bir kenar mahalleye geldik ve mahallenin camisinin önünde durduk. Burası Tahir Bey’in dedelerinin ve babalarının medfun bulunduğu aile kabristanlığıymış. Sonradan Tahir Bey buraya bir cami ve dedesinin kabri üzerine ufak bir türbe yaptırmış. Türbeye girdik, caminin vazifelileri Tahir Bey’in dedesinin kabri yanındaki kilitli bölmeyi açtılar ve içinden, üzerinde Kadem-i olmuştu da bu Kadem-i Şerif buralara kadar gelmiş ve bu ailenin eline geçmişti?
İsterseniz onu da Tahir Bey’den dinleyelim: “Kadem-i Şerif, Hz. Muaviye tarafından Şam’a götürülüp Emevi Camii’nin bir köşesine yerleştiriliyor.
Sonra Peygamber Efendimiz’e ait mukaddes emanetlerden bazıları Medine-i Münevvere’ye götürülüyor. Bu Kadem-i Şerif de bunların içinde. “Hindistan’a göçen büyük büyük dedem Seyyid Celaleddin Buharî, Buhara tarafından Uş (Bahawalpur taraflarında) şehrine taşınıyor. Onun torunu Mahdum-ı Cihaniyân Cihan-geşd, Medine-i Münevvere’yi ziyaret ettiginde Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) kabr-i şeriflerini ziyaret etmek istiyor. Türbedarlar izin vermeyince dışarıdan ‘Essalâtü ve’s-selâmü aleyke ya ceddî!’ diye sesleniyor. İçeriden de ‘Ve aleyküm selâm ya veledî!’ şeklinde mukabele geliyor. Sonra o zamanki Medine-i Münevvere emiri kendisini misafir ediyor. Ayrılacağı zaman, gittiği yerlerde insanların İslâmiyet’i pek bilmediğini söylüyor ve Efendimiz’e ait emanetler istiyor. Medine emiri de bu Kadem-i Şerif ile beraber başka hediyeler de kendisine veriyor. O da bu hediyeleri Uş şehrine getiriyor. Bu hadise 500 yıl önce gerçekleşiyor. Daha sonra aile arasında emanetler paylaşılıyor ve büyük dedem tarafından bu Kadem-i Şerif önce Kabil’e sonra da Lahor’a getiriliyor. Ve vasiyeti gereği mezarının başucuna, sağ tarafına konuluyor. Şu an kurşun geçirmez bir kutunun içinde saklanıyor ve perşembe günleri ikindi ile akşam namazları arasında ziyarete açılıyor. Buradan iki kez çalındı. Çalanlar birtakım hadiseler yaşayınca geri getirip bıraktılar.”
Bizden haberdar olmak için web sitemizdeki blog bölümünü, youtube kanalımızı ve sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirsiniz.

