Arakan ‘ın Gözyaşları
Myanmar’da Neler Oluyor?
Egzotik bir Güney Asya ülkesi olan Myanmar, ülkedeki Arakan eyaletinde yaşayan Müslümanların, Budist Rakhinlerin vahşi saldırılarına maruz kaldıklarına dair haberlerle 2012 yılının Haziran ayında ülke ve dünya gündeminde yer bulmuştu. Ancak söz konusu haberler, tıpkı bu vahşetten kaçarak Bangladeş’e sığınan binlerce mültecinin akıbeti gibi kısa sürede unutulmuştu. Myanmar, 2015 yılı Mayıs ayında bu defa dolaylı olarak haber bültenlerine konu edilmiş, ülkedeki katliamdan kaçarak Bangladeş’e sığınan Müslümanların yaşadığı mülteci kamplarından, Malezya ve Tayland gibi ülkelere iş bulmak umuduyla kaçarken insan tacirlerinin eline düşen yüzlerce Arakanlı gencin Güneydoğu Asya’daki açık denizlerde terk edilmiş teknelerde mahsur kaldığına dair haberler verilmişti. Myanmar’da yaşananlar, ülkedeki vahşetin ve asayişsizliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil, aslında ülkedeki Müslümanların asırlardır maruz kaldıkları etnik temizlik girişiminin bu defa Hristiyanları da hedef almaya başlaması üzerine haber bültenlerine konu edilmişti.
Oysa Myanmar’da yaşayan Müslümanlar, 18. yüzyıldan itibaren toplu katliamlara tabi tutuluyor. Yaklaşık çeyrek asırdır, canlı canlı yakılmak başta olmak üzere türlü vahşi işkencelerle öldürülmekten kurtulanlar da sığındıkları mülteci kamplarında açlık ve sefalet içinde yaşıyorlardı. Mülteci olarak bulundukları ülkelerde dahi türlü işkencelere uğrayarak kaçmak zorunda kalan ya da zorla sınır dışı edilen Arakanlılar, uzun yıllardır hiçbir ülkeye kabul edilmedikleri gibi artık Myanmar’a da dönemedikleri için açık denizlerde ölüme terk ediliyorlardı.
Myanmar’daki Budist cuntanın sistematik baskı ve saldırılarından kaçarak başta Bangladeş olmak üzere Bengal Körfezi ve Andaman Denizi’ne kıyısı olan diğer ülkelere göç eden Müslümanların sığındıkları mülteci kamplarındaki trajik hayatlarında, aslında geçmişi yüzyıllar öncesine uzanan ve bir zamanlar Müslüman hükümdarlarca yönetilen bir sultanlığın izleri de bulunuyordu.
Myanmar’ın Müslüman Kralları
Günümüzde yaklaşık 60 milyonluk bir nüfusu sahip olan ve 1989 yılına kadar Burma olarak adlandırılan Myanmar, Güneydoğu Asya’daki Çinhindi Yarımadası’nın en büyük ülkesidir. Myanmar topraklarındaki yaygın inanç Budizm olsa da, ülkenin özellikle Arakan bölgesinde yoğunlaşan Müslüman halkın, geçmişi asırlar öncesine uzanan ve tarihin satır aralarında yitirilen hikâyesi, BM raporlarına göre de dünyanın en fazla eziyet gören halklarından birinin ve dolayısıyla bir zamanlar Bengal Körfezi’ndeki önemli merkezlerden biri olan Arakan sultanlığının da hikâyesidir.
Günümüz siyasî haritalarında Myanmar-Bangladeş sınırında, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve Bengal Körfezi’nin doğu kıyısındaki coğrafyayı içine alan Arakan, tarih boyunca Çin ve Hindistan arasındaki önemli bir geçiş noktasıydı. Söz konusu coğrafyadaki siyasal örgütlenmelerin geçmişi milattan önce 300’lere kadar uzanıyordu. Bölgede kurulan çeşitli krallıkların mensup olduğu Budizm’den sonra, İslamiyet’in bölgede ortaya çıkışı bazı araştırmacılar tarafından Bengal Körfezi’ndeki bir deniz kazası sonucu gemileri batan Müslümanların ülkelerine dönemeyerek Burma’da yerleştikleri şeklinde kaynağı belirsiz bir hadiseyle başlatılsa da, yaygın görüşe göre 8. yüzyıl itibariyle gerçekleşmişti. Güney Asya-Uzakdoğu hattı üzerindeki deniz ticaretinin etkin unsurlarından olan Müslüman Araplar aracılığıyla İslâmiyet’le tanışan Arakan, 15. yüzyıla gelindiğinde (1430) bölgeye hâkim olan Mrauk-U Hanedanı’nın kurucusu Narameikla’nın (Süleyman Şah) Müslüman olmasından sonra Güney Asya’da Müslümanlarca yönetilen önemli sultanlıklardan biri haline gelmişti. Bu gelişmeyi Arakan Sultanlığı’nı yöneten kralların iki asrı aşkın bir süre boyunca Müslüman isimleri ve unvanlarını kullanması takip edecek, Arakan para ve madalyonlarının üzerine kelime-i şahadet ibareleri işlenecekti.
Arakan Sultanlığı’nın Yükselişi ve İşgali
Arakan Sultanlığı, sonraki yüzyıllar boyunca, Bengal Körfezi kıyısındaki kritik ticarî üslerden biri haline gelmiş, 17. yüzyıldaki siyasî ve ticarî yapısıyla Avrupa’nın önemli merkezlerinden Venedik’le kıyaslanabilecek bir güç ve ticaret potansiyeline erişmişti. İddia edildiği gibi 350 yıl boyunca Müslümanlarca yönetilmemişse de, Arakan Sultanlığı’nın Müslüman krallarca idaresi bir asır kadar sürmüş, söz konusu 350 yıllık dönem, İslâm medeniyetinin bölgeyi etkisi altına aldığı zaman aralığı olmuştu.
Kadim zamanlardaki adıyla Burma’yı tek krallık altında birleştiren Konbaung Hanedanı’nın ortaya çıkışı, Arakan Sultanlığı’nın yaklaşık 350 yıl süren hâkimiyetini sona erdirmiş, Burmalı Budistlerin 1784’teki Arakan işgali, bölgedeki Müslümanların sistematik olarak yok edilmeye çalışıldığı yeni bir devrin başlangıcı olmuştu. Burma Krallığı’nın yaklaşık kırk yıl sürecek olan işgali sırasında, tapınak inşaatı gibi yerlerde köle olarak kullanılmaktan ya da sistematik kıyımlardan kaçan çok sayıda Arakanlı, aslında yine Arakan Sultanlığı’nın coğrafi uzantısı olan Bangladeş’e göç etmiş, bir kısım Arakan Müslümanı da Burma içlerine sürülmüştü. Arakan Sultanlığı ve bu sultanlığa ait İslâmî izlerin tarih ve hafızalardan adeta kazınmaya çalışıldığı işgal süreci asırlar sürecek, sindirme, baskı ve zulümlerin toprağı haline gelen Arakan, geçmişinden kuşatılarak geleceğinden vurulacaktı.
Burma’nın Düşüşü
Burma’daki müstakil devletleri topraklarına katarak bir imparatorluğa dönüşen Konbaung Hanedanı’nın yükselişi, Arakan Müslümanlarının peşinden Bangladeş’e giren Burma Krallığı’na karşı harekete geçen İngilizler tarafından durdurulmuştu. Bu süreçte Arakan Müslümanları kuşaklar boyunca baskı gördükleri Burma Krallığı’na karşı İngilizlerin safında yer almış, ülkede baskı görmekte olan diğer etnik gruplar da bu saflaşmada İngilizlerin tarafında yer almıştı. Burma Krallığı, İngilizlere karşı 1824’ten başlayarak aralıklarla sürdürdüğü bir dizi savaştan sonra 1889 itibariyle Hindistan valiliğine bağlı bir İngiliz sömürgesi haline geliyordu. Ancak yaklaşık yarım asır sonra Burma’daki İngiliz ve Hint aleyhtarlığının kontrol edilemez bir hal alması ve yerli halk ile Hint asıllı göçmenler arasındaki gerginlik, beraberinde özerklik taleplerini de getirmiş, Hintli göçmenlere yapılan saldırıların yoğunlaştığı 1937 yılına gelindiğinde Burma’nın Hindistan’dan ayrıldığı yeni bir dönem başlamıştı.
Burma’nın Hindistan’dan ayrılarak müstakil bir İngiliz sömürgesi haline gelmesine kadar Hindistan’ın bir parçası olarak kalan Arakan’ın, söz konusu bölünme sırasında Burma’ya dâhil edilmesiyle, ülkedeki Budist çoğunluk, Arakanlı Müslümanlarla olan mücadelesini etnik bir temizliğe dönüştürecekti. 1938 yılına gelindiğinde, Burmalı Budistler ülkedeki Müslümanlara karşı ciddi bir saldırı gerçekleştiriyor, orta ve aşağı Burma’da meydana gelen hadiseler sırasında binlerce Müslümanın öldürülmesi üzerine, hayatları tehdit altında olan 500 binden fazla insan bölgeyi terk etmek zorunda bırakılıyordu.
Burma’daki Etnik Temizlik ve Müslümanlara Yönelik Saldırılar
Bölgedeki iç çatışmalar devam ederken bu defa da II. Dünya Savaşı patlak vermiş, birçok Arakanlı Müslüman savaş sırasında İngiliz ordusunun safında gerilla mücadelesi vermişti.
İngilizlere karşı savaşarak, 1939 yılında Burma’yı işgale başlayan Japonların 1942 yılında Arakan’a girmesiyle de yeni bir anarşi dönemi başlayacaktı. Mart ayında bölgenin büyük şehirlerinden biri olan Minbya’ya saldıran Rakhinler, silahsız ve savunmasız halde ormanlık alanlara kaçan yahut nehirlere atlayan insanları dahi takip ederek Arakan’daki binlerce insanı katletmişti. Birkaç gün içerisinde on binlerce insanın vahşice öldürüldüğü katliamlar Nisan ayı boyunca devam etmiş, Arakan’daki yerleşim yerlerinin neredeyse tamamı yerle bir edilmişti. 20. yüzyıl Arakan tarihinin bu en kanlı ve travmatik katliamı sırasında yaklaşık 200 bin Müslüman türlü işkencelerle hayatını kaybetmiş, katliamdan kurtulabilmek için açlık ve sefalet içinde yollara düşen mültecilerin sayısı birkaç yıl içerisinde 1,5 milyona ulaşmıştı.
Rohingya Müslümanları
İç çalkantıların yıllarca devam ettiği Burma’da, II. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Pinlong Anlaşması’na göre kurulan çok uluslu Burma Devleti’nin bir parçası olarak kabul edilen Arakan, 1 milyon Budist Rakhin ve 4 milyon Müslüman Rohingyalıdan oluşmaktaydı. Farklı etnik unsurlardan, oldukça kalabalık bir nüfusu sahip Burma’nın bir eyaleti olan Arakan’ın kuzeyinde yaşayan Rohingyalılar, farklı zamanlarda bölgeye gelen Türk, Arap, Acem, Kuzey Afrikalı, Moğol, Patan ve Bengal Müslüman gruplarının karışımlarından oluşmuş bir etnik gruptu. Söz konusu etnik grubun trajik durumu, küresel ve yerel güçlerin şiddet ve baskılarıyla sindirildikleri yıllardan sonra Burma topraklarındaki Japon-İngiliz mücadelesinin İngilizler lehine dönmesiyle değişmeye başlayacaktı. Burma’nın bağımsızlığını tanıyan İngiliz yönetiminin 1948 yılında bölgeden çekilmesiyle kurulan yeni hükümet, Rohingyalıların kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğunu açıkça ilan ediyordu. Self-determinasyon haklarını hayata geçirmek üzere Arakan’ın kuzeyinde bulunan Mayu sınır hattında mahallî yetkilerle kısa süreli bir bağımsızlık yaşayan Rohingyalılar, kısmî bir başarı elde etmiş olsalar da bölgedeki Müslümanlara yapılan sistemli saldırılar tamamen sonlandırılamamıştı. Üstelik 1962 yılında ülkede askerî bir darbe yaşanacak, yönetimi ele geçiren General Ne Win idareyi ele alır almaz Rohingyalılara karşı etnik bir temizliğe başlayacaktı.
Arakan Müslümanlarının sistematik bir şekilde fiilî ve psikolojik olarak kıyıma tabi tutuldukları bu dönemde, tüm siyasî hakları gasb edilen Müslümanların eğitim kurumları ve camiler kapatılmış, namaz kılmak, oruç tutmak gibi dinî ibadetlerin tamamı yasaklanmıştı. Rohingyalıların 1948 yılında elde ettikleri sınırlı hakları tamamen yok sayan Myanmar yönetimi, Arakan’daki Müslümanları ortadan kaldırarak bölgeyi Budist yerleşimcilere açmayı hedefliyordu. Ülkede yaşanan trajedinin dünya kamuoyuna duyurulmaması için gazeteci ve turistlerin ülke sınırlarına sokulmadığı bu yıllarda, 1 milyondan fazla Müslüman, Arakan eyaletinden çıkarak Burma’yı terk etmek zorunda kalacaktı.
Burma’daki Şehitlerimizden Haberdar mıyız?
İngilizler Hindistan’a “ticaret” maskesi ile sömürmek için 1600’lü yıllarda girdikleri gibi, Burma’ya da 1825’te askerî müdahale ile girdiler. 1885’te Burma’nın tamamı artık İngilizlerin kontrolündeydi. Bu durum İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Bu arada bölgede en çok sıkıntıyı, gerek göç gerekse ölümle yüzleşen Müslümanlar çekmişti. İngilizler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’ya karşı savaştıkları Irak Cephesi’nde esir aldıkları Osmanlı askerlerini ve sivil esirleri Hindistan ve Burma’daki esir kamplarına götürmüştü. Bu bölgede 11 ayrı kampta 25-30 bin esirimiz vardı. Bunlardan 12 bin kadarı da Burma’daydı. Savaştan sonra, hayatta kalabilenlerin sadece bir kısmı vatanlarına dönebildi.
Esirlerimiz burada genellikle demiryolu, köprü ve yol inşaatlarında kullanıldı. Bir kısmı ağır çalışma şartlarına dayanamadı, bir kısmı hastalıklara yenik düştü, çalışmak istemeyenlere zaten hayat hakkı tanınmadı. Kamplarda vefat edenler yakınlardaki boş sahalara defnedildiler. Yol yapımları sırasında düşüp bir daha kalkamayanlar da en yakın Müslüman mezarlıklarına. Myanmar’da bugün ayakta kalabilmiş tek şehitliğimiz, Thayet Myo kasabasında bulunuyor. Buradaki şehitlikte 1500 kadar vatan evladı yüz yıldır sessiz sadasız Fatiha bekliyorlar. Başlarında da sivil esirlerden Basra Valisi Mustafa Subhi Paşa var. “Onları çok sevmiştik” Myanmar’ın yerlilerinden Hacı Settar Dede’nin, kendisiyle yapılan bir röportajda esirlerimiz hakkında söyledikleri yürek burkan cinsten: “Burada 6 yıl kaldılar. Yaklaşık 2 bin 500 kadardılar. Kırmızı renkli, siyah püsküllü fes giyiyorlardı. İngilizler kamptan ayrılmalarına ve yerlilerle münasebet kurmalarına izin vermiyorlardı… Çok cana yakın insanlardı ve çocukları çok seviyorlardı. Yanlarına gidebilen çocuklara hediyeler verirlerdi. Bana da bir tane altın para verdilerdi, sonradan kaybettim. Onları çok sevmiştik. Evet, onlar bir Osmanlı idi…”
Kendi Vatanlarında Yabancı Oldular
Arakan’da yaşanan dramı açıkça ortaya koyan bir insan hakları kuruluşu raporuna göre, bölgede 1962–1984 yılları arasında vahşice öldürülen Müslüman sayısı 20 bin kişiyi aşmıştı. Söz konusu katliamlar sırasında yüzlerce kadına tecavüz edilmiş, Rohingyalıların tüm mal varlıklarına el konulmuştu. 1978 yılının baharında, maruz bırakıldıkları soykırımdan kurtulmaya çalışan yaklaşık 200 bin Arakanlı daha Bangladeş’e göçmek zorunda kalmış, ancak BM’nin devreye girmesiyle Burma’ya iade edilen Arakan mültecileri, kendi topraklarına döndüklerinde resmî vatandaş statüsü elde edemedikleri gibi ülkedeki etnik unsurlardan dahi sayılmayarak kimliksiz birer yabancı durumuna düşmüşlerdi. Birleşmiş Milletler’in de dahliyle kendi vatan topraklarına gönderilen ancak geçmişi asırlar öncesine uzanan bir sultanlığın mirasçısı olarak doğdukları topraklarda, mensup olunan ailenin bir parçası olarak kayıt altına alınıp, bir isme ve milliyete sahip olmak gibi temel bir insan hakkından dahi mahrum olan Arakan Müslümanları kendi topraklarında vatansız bırakılmışlardı.
Budist Ayaklanması ve Rohingyalılara Uygulanan Baskılar
Rohingyalıları kendi topraklarından kaçırtarak, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen Budistleri buralara yerleştirmeye çalışan Budist cunta yönetimi, bu amaçla 90’lı yıllar boyunca Rohingyalılar üzerindeki sistematik baskısını arttıracaktı. İbadetlerin yasaklanması, ibadethanelerin yakılması, angarya, tecavüz, işkence ve yargısız infazların rutinleştiği bu dönemde Arakan’da gerçekleşen kitlesel kaçışlar mevcut hükümetin topraklarına el konulan Rohingyalıların vatandaşlığını geçersiz bırakma planının bir parçasıydı. Evlilik, seyahat, eğitim gibi hakları ellerinden alınmış olan Rohingyalılar, kendi topraklarında mevcut hükümet tarafından tanımsız bırakılan kimliksiz birer yabancı ve sığındıkları ülkelerdeyse birçoğu resmî belgeye dahi sahip olmayan birer mülteci haline gelmişti. Bu süreçte, yazılı bir dil olan Arakanca da dâhil, bir zamanlar o coğrafyanın hâkimi olan Arakan Sultanlığı’na dair bütün hatıralar ve kültürel değerlerin hafızalardaki son kalıntıları da kaybolmaya yüz tutmuştu.
Bir köyden diğerine geçerken, evlenirken ve hatta çocuk yaparken dahi resmî izin almak zorunda olan, çocuk sayıları ve eğitimleri sınırlı tutulan Rohingyalıların, maruz kaldıkları şiddet ve baskılar sebebiyle gerçekleşen bir sonraki zorunlu göçü 1992 yılında yaşanacaktı. Yaklaşık 300 bin Arakanlının Bangladeş’e göç etmesi üzerine devreye giren Birleşmiş Milletler, Arakanlı mültecilerin iade koşullarının düzenlendiği bir anlaşma için Myanmar ve Bangladeş arasında arabuluculuk yapmış, ancak mültecilerin dönüşü ve sonrasıyla ilgili süreçlerde üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemişti. Bu sebepledir ki, Birleşmiş Milletler’in arabulucuğu sırasında dahi Müslümanlara karşı yapılan vahşice saldırılar sona ermemiş, 1994 yılında Bangladeş sınırı yakınlarında 700 kişi boğulurken, binden fazla Müslüman yargısız infazla öldürülmüştü.
Zorunlu Göç ve Uluslararası Müdahaleler
90’lı yıllardaki kitlesel göç sürecinde Myanmar’a dönen mültecilerin sayısı oldukça sınırlı kaldığı gibi, hâlâ Arakan’da yaşamakta olan binlerce Rohingyalı Müslüman daha, oldukça güç koşullarda Bangladeş’e göç etmişti. Bangladeş’te de tıpkı kendi toprakları olan Arakan’daki gibi derme çatma mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalan Rohingyalılardan mülteci kamplarına alınmayanlar yasadışı olmayı göze alarak çadırlara yahut ülkedeki ormanlara sığınmıştı. 20. yüzyıl boyunca Arakan da dâhil nereye giderlerse gitsinler ölümle burun buruna, vahşet ve sefalet sarmalında hayat mücadelesi veren Rohingyalılar, uluslararası bir rapora göre, baskı ve şiddet yoluyla yok edilme tehlikesi yaşayan dünya üzerindeki on milletten biri haline gelmişti. Kadim bir sultanlığın mirasçısı olan mazlum bir halk modern zamanların ortasında yok edilirken, tarihte eşine az rastlanır bir şekilde devletlerarasında devletsiz bırakılmıştı.
Arafta Bir Geçit; Naf Nehri
Rohingya Müslümanları, 2012 yılına gelindiğinde bu defa etnik çatışmalarla yüzleşmek zorunda kalacak, birkaç Müslümanın bir asayiş problemi bahanesiyle tutuklanması üzerine Rohingyalılara ve diğer Müslümanlara yönelik saldırılar başlayacaktı. Evleri yağmalanan ve açık hedef haline gelen binlerce Arakanlı, tarih boyunca bölgenin sınır çizgilerinden biri olan Naf Nehri’nden karşıya geçmeye çalışırken hayatını kaybetmişti. Arakan Müslümanlarının kuşaklardır vahşice öldürülmekten kurtulabilmek için adeta can havliyle daldığı Naf Nehri, açlık ve sefalet içinde bile olsa bir gün daha nefes alabilmeyi vaat eden bir suyolu, körleşmiş pala yaraları ve yanmış vücutlarla girildiğinde boğularak da olsa diğerlerine göre daha acısız bir ölüme götüren arafta bir geçitti.
Naf Nehri’ni geçerek Bangladeş’e sığınmaya çalışan Arakan Müslümanlarının giderek artan toplu göçü karşısında Bangladeş’in sınırlarını kapatması üzerine, derme çatma gemi ve sandallara bindirilen veya zaten benzer deniz araçlarında bekleşen Arakanlılar açık denizlerde insan tacirleri ve karanlık ellerin pençesine düşüyordu.
Rohingyalıların yürek parçalayan trajedisi karşısında sembolik bir adım atan Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada’nın birkaç yüz mülteciyi kabul etmesi bir süre sonra Rohingyalılar arasında gelişmiş ülkelere yerleşebilme beklentisi uyandıracaktı. Bangladeş üzerinden yasadışı yollarla gelişmiş ülkelere gitmek isteyen insan sayısının her geçen gün artıyor olması, beraberinde insan kaçakçılığı sorununu getiriyordu. 2012 yılının Temmuz ayında Burma’da belgesiz bir şekilde hayatını sürdürmekte olan Rohingyalıların yasadışı oldukları ve bir an önce 3. dünya ülkelerine gönderileceklerinin ilan edilmesi kitlesel psikoloji açısından büyük bir yıkım olmuştu.
Bu süreçte Rohingyalıların geçmişte, genellikle kaçırılarak aşırı radikal terör örgütlerinin ağına düşürülmesi şekil değiştirmeye başlamış, insan onuruna yakışır bir hayata sahip olabileceklerine dair bütün umutları yok olan Rohingyalılar arasında kendi istekleriyle terör örgütlerine katılacak kadar radikalleşenler çıkmaya başlamıştı.
Uluslararası Tepkiler ve Radikalleşme Süreci
Bangladeş’ten Arakan’a dönmek ya da mülteci olarak farklı ülkelerde yaşamak üzere bulundukları kampları terk etmelerine hiçbir şekilde izin verilmeyen Rohingyalıların, radikal terör örgütlerine katılmak için binlerce kilometrelik mesafeyi aşmalarına bir şekilde göz yumulabiliyor olması, vatansız bırakılan Rohingyalıların öldürülerek ya da öldürerek eninde sonunda yok edilmeye çalışıldığını gösteriyordu.
Arakan Müslümanları, özellikle kamuoyu denilen heyulanın varlığından söz edilebilen son çeyrek asır boyunca dünyaya kapalı bir şekilde yaşamak zorunda bırakılmıştı. Myanmar hükümetinin, hava yolu uçuşlarının sınırlı ve kontrollü olarak gerçekleştirildiği ülkeye karayoluyla girişlere izin vermeyerek söz konusu katliamların gerçekleştiği bölgelere giriş çıkışları yasaklamış olması, Arakan Müslümanlarının maruz kaldıkları vahşet ve şiddeti dünya kamuoyuna hiçbir şekilde duyuramamasına sebep olmuştu.
Dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir asayiş problemi gibi görünse de aslında tüm insanlık coğrafyasının ortak sorunlarından biri olarak değerlendirilmesi gereken Arakan Müslümanları, şu anda bile hayatlarını kaybetmeye ve geçmişten gelen derin bir hıçkırıkla gözyaşı dökmeye devam ediyor. Asırlardır psikolojik ve fizikî bir kıyıma tabi tutulan 1 buçuk milyon kadar savunmasız Rohingyalı hâlâ Arakan’da ölümle burun buruna yaşarken, bir o kadar Rohingyalı da yaşama refleksiyle Arakan’dan göç ettikten sonra başta Bangladeş ve Suudi Arabistan olmak üzere Pakistan, Malezya, Tayland ve bazı Körfez devletlerinde yarınsız bir hayat sürdürüyor. Orada, modern zamanların kıyısına itilen Arakan halkının yaşadığı mülteci kamplarında, Burma ve Bangladeş’in insan kemiğiyle körleşmiş baltalarla girilen ormanlarının derinliklerinde, kadim bir sultanlığın kanlı gözyaşları insanlığın vicdanına damlıyor
Hicaz Demiryolu’na Burmalılar da Yardım Etmişti
Osmanlı Devleti zamanında, dünyadaki bütün Müslümanların olduğu gibi Hindistan ve Burmalı Müslümanların da gözü-kulağı hilafet merkezinde, yani İstanbul’daydı. Öyle ki, 1870’te Burma’da Ava sultanının sadrazamı, Osmanlı’ya bir mektup göndermişti. Dünyada yaşanan gelişmeler çerçevesinde İslâm birliğine daha çok önem vermiş olan Sultan İkinci Abdülhamid, dünyanın her yerinde Müslümanlar ile ilgileniyor, adamlarını gönderip irtibatı canlı tutuyordu. Bunun faydaları çok görüldü. 1897’deki Osmanlı-Yunan Harbi’nde, Asya’daki Müslümanların gönderdikleri yardımlar hatırı sayılır seviyedeydi. Sadece dünya Müslümanlarının yardımları ile Abdülhamid Han tarafından inşa ettirilen Hicaz Demiryolu’na yardım edenler arasında Burmalı Müslümanlar da vardı ve sultan, yardım eden Burmalıları Hicaz Demiryolu madalyaları göndererek taltif etmişti. Merkeze olan bu bağlılık, bilahare Balkan Savaşları sırasında da Burmalıları gayrete getirmişti…
Bizden haberdar olmak için web sitemizdeki blog bölümünü, youtube kanalımızı ve sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirsiniz.
Son Yazılar
Arakan ‘ın Gözyaşları
Güneydoğu Asya’nın Renkli Ülkesi Tayland
Hayatın İçinden Hikayeler
Gönüllümüz ve refikimiz olun...
+90(216) 6508461
info@ifa.org.tr